23 Şubat 2014 Pazar

Yarını düşünmeden yaşanır mı?

Gününü gün etmek”, “Anı yaşamak”, “Yarını düşünmeden yaşamak”…

İlk anda etraflarına gülücükler dağıtan, dıştan çok mutlu gibi görünen ancak içlerinde yaşadıkları sıkıntı her hallerinden belli olan bazı insanların hayat felsefesini özetleyen bu terimler aslında çok önemli.  
Elbette ki dünyada verilen zamanı en güzel şekilde değerlendireceğiz, her anın kıymetini bilerek hareket edeceğiz ancak amacımız sadece bu olmayacak.

Amacımız sadece dünyada olabilecek en büyük eve, en son model arabaya ya da en sağlıklı bedene sahip olmak değil.

Bütün bunları isteyeceğiz ve bunlar için de çalışacağız ancak ne yapıyorsak yapalım temelde her zaman Allah rızasını arayarak, Allah’ın hoşnutluğunu gözeterek yapacağız.

Sadece dünya hayatındaki rahatlarını gözeten kişiler için dünyada verilen vakit önemli değildir, hatta bu insanların çoğu bu zamanın bir gün biteceğini de hiç düşünmemiş olabilirler.

Bu kişilerin ruh hali bir ayette şöyle bildirilmektedir:

Rum Suresi, 7. Ayet / Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.

Dünyadaki zamanın akıp gittiğini, kaybedilen zamanı geri getiremeyeceklerini düşünmeyip, değersiz görmek bu gibi kişiler için adeta bir hastalık gibidir.

Düşünmek ve sorumluluk almak yerine düşünmekten kaçmayı tercih ederler. Bu kişiler için,  hayattaki herşey bir eğlence konusu olabilir.

Ölümü, savaşları, açlığı kısacası konuları hafife almak, önemsiz görmek, değersiz göstermek bu kişilerin aslında sıkıntılarını unutmak için kullandıkları garip bir yöntemdir.

Bu kişiler sıkıntı içindedirler ama bu sıkıntının neden kaynaklandığını da bilmezler. Bir türlü içinden çıkamadıkları, zamanla azalan değil tam tersine ciddi şekilde artan bir sıkıntıdır bu.
Bu sıkıntılı hayatın nedeni elbette ki yaratılış gayelerini unutmalarıdır. Nitekim canımız Peygamberimiz (sav) de bir hadisinde şöyle bildirmiştir:

Ebû Hüreyre anlatır: "Peygamber aleyhi's-selâm buyurdu ki: "Her kimin huyu kötü olsa, kendi nefsini sıkıntıda tutar ve her kimin kederi çok olsa, kendisini hasta eder." (Ebu Davud, Et'ime 12, (3761); Tirmizi, Et'ime 39, (1847))

Biz dünyaya Allah’a, dine hizmet için geliyoruz. Güzel ahlakı, sevgiyi, vefayı yaşamaya, ahiretteki hayatımız için hazırlık yapmaya geliyoruz.
İşte bazıları bu gerçekleri unutup dünyevi menfaatler peşinde koşabiliyorlar ki bu onlar için çok sıkıntılı bir hayatın başlangıcı oluyor.

Sadece dünyevi menfaatlerinin peşinde olanlar bu uğurda her türlü kötülüğü yapmayı, ahlak bozukluklarını göze alabiliyorlar adeta asalak bir zihniyet içinde yaşıyorlar.

Rızkı verenin Allah olduğunu unutan bu kişiler için herşey bir mücadeleye dönüşebiliyor. Bu aslında çok kısa bir an tefekkürle anlaşılabilecek bir gerçek.

Değerli Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi da bir tefekküründe, hırsla bir şeyin üstüne düşenin ondan mahrum kalacağını şöyle hatırlatmıştır:

Hırs, sebeb-i mahrumiyettir (mahrumiyet sebebidir); tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir (rahmet vesilesidir).” (Mektubat, sf.271)

Oysa bu anlamda, hiçbir insan biraz aç kalmaktan, daha az uykudan ya da bir kıyafetinin eksik kalmasından, arabasının eski olması nedeniyle ölmez. Bütün bunlar uğruna yapılan kavgalar, tartışmalar yani hırs içinde bir yaşam çok büyük kayıplara ve mutsuzluğa sebep olabilir.

Kendini Allah’a teslim etmeyerek, dünyevi çıkar hırsına kapılanların hayatlarının sıkıntılı olacağına dair aktarılan bir hadiste de güzeller güzeli Peygamberimiz (sav) şöyle söylemiştir:

Kim ki arzusu, amacı dünya olursa Allah o kimsenin aleyhine işini darmadağın eder, fakirliğini iki gözünün arasında kılar (yani dünyalığı elde etmek uğrunda sıkıntılar çeker, ihtirası da dinmez) ve dünya (nimet ve malın) dan kendisi için (kaderinde) yazılmış olan miktardan başka hiçbir şey ona gelmez. Kimin niyeti, arzusu ahiret olursa Allah o kimse için (dağınık) işini toparlar (düzenler), zenginliğini kalbine yerleştirir, dünya(nimetleri ile malı) da boyun eğerek (rahatlıkla) gider.” (İbni Mace, Cilt10, Sf.374)

İman eden bir insan, dünyevi hiçbir çıkara tamah etmez. Herşeyin en güzeli için çalışır ancak sonucunu Allah’a bırakır, beklentileri gerçekleşmediğinde bu ona sıkıntı vermez tam tersine bunda hayır görür, Allah’a kendini tam teslim eder ve bunun huzurunu yaşar.

Asıl amacı her zaman Allah rızasıdır, her hareketinde Allah korkusu ve Allah sevgisi hakim olur.
Al-i İmran Suresi, 14. Ayet / Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.

Böyle teslimiyetli davranan ve ayette bildirildiği gibi asıl yurdun ahiret olduğunu kişiler içinse dünya her şartta ve koşulda güzelliklerle dolu, iç huzurunun olduğu bir yurt haline dönüşür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder