16 Şubat 2014 Pazar

Kendi kusurlarınıza karşı kör olmayın

Birçok insan hoşnut olmadığı bir sorunla karşılaştığında hatayı önce kendisinde aramak yerine, o hatadan karşı tarafı sorumlu tutma eğiliminde olur. Telafiyi, özrü, haksızlığın kabul edilip, alttan alınmasını hep karşı taraftan bekler. Üstelik kendisini haklı çıkarabilecek delilleri de ardı ardına sıralayabilir. Peki bu yaklaşım tarzı hakkaniyetli bir tavır mıdır?

Gerçekte çoğu olayda genellikle tek tarafın yüzde yüz haklı olduğu, diğer tarafın ise yüzde yüz haksız olduğu durumlar çok nadir olur. Kimi zaman taraflardan biri yüzde on haklı olurken diğer taraf yüzde doksan haklı olabilir. Ya da yüzde elli her iki taraf da haklı olabilir. Veya tek taraf yüzde beş haklı da olabilir...
Böyle bir durumda herkes kendi tarafından ve görüş açısından olayı yorumlar. Eğer kişi saygı, sevgi, şefkat, anlayış, alttan alma, affedicilik, dostluk ve kardeşlik duyguları gibi üstün ahlaki vasıflara sahip değilse, kusurları hep karşısındaki kişide görür; kendi kusurlarını görmeyip ısrarcı davranabilir; kibir ve gurur yapabilir; öfkeye kapılabilir. Hatta karşı tarafı yalancılıkla bile itham edebilir. Halbuki bir kişinin haklılık payının karşısındakinden daha çok veya daha az olması karşı tarafın haklı taleplerini göz ardı etmesine asla sebep olmamalıdır.
İşte burada kişinin Kuran’a göre titizlikle üzerinde durması gereken ve güzel olan her zaman hatayı önce kendisinde araması ve bunun gerektirdiği tevazulu bir üslup içerisinde olmasıdır. Çünkü Allah Kuran’da;
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi, 53)
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.” (Fussilet Suresi, 34)
diye buyurur.
Dolayısıyla bir Müslüman son derece olgun, itidalli, hoşgörülü, yatıştırıcı ve nezaketli olmakla sorumludur. İnsan ne kadar haklı olursa olsun direkt karşı tarafı itham eden, sert, kırıcı, ezici, yıpratıcı, mahçup ve rendice edici, kızgın açıklamalarda bulunmaktan kaçınmalıdır. Sözün en güzelini söylemelidir. Alttan almayı, telafiyi, özrü karşı taraftan beklemeden nezaketle önce kendisi yapmalıdır. “Yanlış hatırlıyor olabilirim”, “Bana öyle gelmiş olabilir”, “Ben unutmuş olabilirim”, “Ben yanılmış olabilirim”, “Ben eksik düşünmüş olabilirim” gibi tevazulu ve candan üsluplarla, hatayı önce kendisinde aramalıdır.
Gerçekten de insan acz içerisinde olan bir varlıktır. Doğru hatırladığını sandığı, hatta çok emin olduğu bir konuda bile yeri geldiğinde yanlış hatırladığını görebilir. Yanılabilir. Kaldı ki yanılmasa bile güzel ve hak olan, Allah’ın beğendiği üslup ve tavrı gösterebilmesidir. En önemlisi Müslüman bir doğruyu dile getirirken karşı tarafı incitmek, huzurunu kaçırmak, rencide etmek, kargaşa ve tartışma ortamı yaratmaktan şiddetle imtina etmelidir. Bir gerçeği dile getirecekse veya eleştiri yapacaksa mutlaka en sevecen, en dostane, en iddialaşmayan, en nezaketli, en tevazulu üslubu tercih etmelidir. Eğer Kuran’ın bu güzel ahlakı uygulanmazsa hatalar kişiler arasında kalıcı huzursuzluklara ve soğukluklara yol açabilir.
Allah’ın tavsiye ettiği bu üslupta bir sır da vardır: Kuran ahlakını yansıtan bu üslup kullanıldığında, karşı taraf mahcup olup, tevazuyla karşılık verir ve ortam hemen yatışır. Hatalı olan kişi hatasını çok daha kolay görüp doğruyu kabul eder. Yani Müslüman ahlakıyla, tavrıyla karşı tarafa örnek olarak onun da aynı ahlaka yönelmesine vesile olur. Aksinde ise kızgınlık, öfke, sertlik dolu konuşmalar beraberinde gerginliği, kavgayı ve ayrışmayı getirir. Öfke öfkeyi, kızgınlık kızgınlığı doğurur. Unutmayın ki ancak ve ancak Allah’ın sözüne uyulduğunda “aranızda düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un)uz oluverir.” Unutmayın ki ancak nefsimizi kınayanlardan olursak doğruyu bulanlardan olabiliriz inşaAllah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder