19 Ocak 2014 Pazar

25 YILDA NEDEN BİRŞEYLER DEĞİŞMEDİ?

Geçtiğimiz günlerde Suriye’de Esad kimyasal silah kullanarak 2.500 masum sivili katletti. Aradan geçen günlere rağmen dünya kamuoyu hala saldırının kimyasal olup olmadığını tartışıyor, 2.500 kişinin katli çoğu kişi için hiçbir şey ifade etmiyor gibi görünüyor.
Bundan 25 yıl önce de benzer bir katliam baba Esad tarafından yapılmıştı. 5 binden fazla insan birkaç saat içinde hayatını kaybetti, 7 binden fazla insan da yaralandı. Saldırının etkileri sonucunda günümüze kadar yaklaşık 45 bin kişinin öldüğü, 60 binden fazla kişinin de sakat kaldığı tahmin ediliyor.

Son Guta katliamıyla anladık ki Halepçe’deki insanlık dışı katliamın yaşandığı 1988 yılından bugüne bazı şeyler değişmemiş.
Geçen 25 yılda müslümanlara yapılan zulüm neden bitmedi?
Zavallı kadınlar, çocuklar neden hala katlediliyor?
“Tarihe düşen kara leke” deniliyor Halepçe katliamı için ama dile getirilmeyen çok önemli bir detay var. Hala, her gün bu kara lekeye yeni kara lekeler eklenmeye devam ediyor.
Rohingya’da Arakan müslümanları evlerinden, yurtlarından sürülüyor, Doğu Türkistan’da müslüman gençler evlerinden alınıyor ve bir daha haber alınamıyor, genç kızların ırzına geçiliyor.
Ortadoğu’da ise durum çok daha vahim. Libya’da veya Afganistan’da yaşananlar, Filistin’de veya Irak’ta yaşanan vahşet insanlık suçu kapsamında değerlendiriliyor. Evlere baskınlar, camilere saldırılar yapılıyor, hakaretlerle, hiç bitmeyen tacizlerle Müslüman halk zulme uğruyor ve yıldırılmaya çalışılıyor. Son olarak da Suriye’de yaşananlar düşünüldüğünde 25 yılda değişen hiçbir şeyin olmadığı açıkça görülüyor.
Ortadoğu’da masum insanlar hala zulme uğruyor, kardeş kardeşi kırıyor, komşu komşuyu öldürüyor.
Peki, istikrarsızlığın ve huzursuzluğun bir türlü sona ermediği, Müslüman kimliğiyle bilinen ve kendi halkına zulmeden yöneticilerin bulunduğu bu ülkelerdeki zulüm nasıl sona erecek?
Herkesin cevabını aradığı bu sorunun ilk aşamasında önemli bir tespit yapmakta fayda var:
Irak, Libya, Filistin, Mısır, Suriye, Cezayir, Tunus, Yemen ve İran gibi ülkelerin ortak özelliği yönetimdeki kişilerin komünist eğitimden geçmiş olmalarıdır. Müslüman olmalarına rağmen aslında bu ülkelerdeki yönetim kadrosu Avrupa’da Darwinist-materyalist eğitim almış, komünist ideolojiyle yetişmiş kişilerden oluşur. İhtilallerle başa gelen yönetimler Arap devletlerini zaman içinde komünistleştirmişlerdir. Komünist kadrolar devlet, ordu, bürokrasi ve eğitim sistemi içinde yapılanmıştır. Zaman içinde de halkı müslüman olan ama İslamiyetin yerini zulme, şiddete, korkuya dayalı komünist rejimlerin aldığı ülkeler ortaya çıkmıştır. İslam ahlakının güzelliklerinin yerini komünist zulüm almış ve bu Ortadoğu’ya yıkım getirmiştir.
Arap halklarının yıllardır savaşlardar kurtulamamalarının, etnik katliamların, terörizmle boğuşmalarının nedeni budur.
Zulmün sona ermesi için bu düzenin değişmesi şarttır. Eski totaliter yönetimler yerlerini demokratik yönetimlere bırakmalı ve yeni bir Ortadoğu oluşmasının önü açılmalıdır. Müslüman halklar, maneviyatıyla, vicdanıyla, sorumluluk bilinciyle gerçek İslam ahlakına uygun şekilde davranmaya başlamalıdır ki bu değişim süratlensin.
Özlemle beklediğimiz ise, aynı dini paylaştığımız, aynı manevi değerleri savunduğumuz kardeşlerimizle  hemen birlik olmaktır. Bizler yıllardır aynı coğrafyanın insanlarıyız, tekrar ama bu sefer hiç kopmayacak bir şekilde, tek bir ailenin fertleri gibi birbirimize kenetlenmeliyiz. Bir sevgi birliği oluşturmalı ve bizleri kardeşlerimizden ayıran suni sınırları kaldırmalıyız. Her fırsatta İslam birliğinin önemini ve aciliyetini vurgulamalıyız.
Unutmayalım ki sadece müslümanların değil tüm dünyanın adalete, sevgiye, barışa, sağduyuya ihtiyacı var. Tüm dünyada muhabbet, fedakarlık, yardımseverlik açlığı var. İslam birliği oluştuğunda bu ihtiyaçlar da ortadan kalkacak ve inananların kardeşliği bolluk ve bereket vesilesi olacaktır. Halepçelerin, Hocalıların, Bosnaların bir daha hiç yaşanmaması için tek yol İslam birliğidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder