8 Mart 2014 Cumartesi

Hayatın anlamını arayanlara…

Hayatın anlamını aramak” özellikle gençlik döneminde dikkat verilen konulardan biridir. Eğer kişi inançlı değilse çevresinden duyduğu, okuduğu ya da etkisinde kaldığı kişilerden gördüğü kadarıyla kendince çıkarımlar yapar ve sonuçlar elde eder.
Örneğin Budizme ilgi duyan birinden etkilendiyse Budizmin öğretilerini kendince mantıklı görebilir ya da ailesinde doktorlar varsa, ideali ve hayatın anlamı onun için doktor olmaktır. Bir insanın idealinin olması ve bunun için çalışması tabi ki normaldir ancak bunun tek hedef haline gelmesi, buna ulaşılmadığında hayatın anlamını yitirmesi yanlış olandır.

Hayatlarını da kendi belirledikleri kurallar doğrultusunda yaşayan kişiler sınırlarını da kendileri belirledikleri için, herhangi bir durumda doğrularından taviz vermekte sakınca görmeyebilirler. Bunun nedeni söz konusu kişilerin istikrarlı bir kişilik göstermelerini sağlayan bir yol göstericilerinin olmaması ve genellikle nefislerinin isteklerine göre hareket etmeleridir.

Kurallara uyumlu görünmek mi vicdanı kullanmak mı?

Nefsine göre hareket eden bir insan canının istediğini yapabileceğini düşünür. Kimi zaman toplumsal kuralları dikkate alıyor gibi görünse de aslında bir kuralı yoktur hatta kendi üstünde bir güç de kabul etmez. Sadece o an için durumu idare edebileceği kadarıyla uyumlu görünür. Hiç kimsenin haberdar olmadığı durumlarda ise “özgür” olduğunu düşünür.
Bu kişilerin hatası insanın dünyada varoluş amacının sadece “yaşamak” olduğu yanılgısına kapılmalarıdır. “Gününü gün etmek, anı yaşamak, yarını yokmuş gibi hareket etmek” gibi tanımlamalarla bu felsefelerini desteklerler.

Oysa insanın dünyada var olmasının bir amacı vardır ve bu amaç bize Kuran ile bildirilmiştir. Dünya insanın eğitilmesi, eksikliklerini görüp, telafi edebilmesi, güzel ahlak kazanması için gönderildiği geçici bir yurttur.

Her insanın ölümlü olması aslında bu gerçeğin bir delilidir. Dünyanın bir kanunu olarak zaman herşeyi eskitir, yıkıma uğratır, insan bedeni de eskir, yaşlanır. Hastalıklar da dünyadaki yaşamın bir parçasıdır ve özel olarak var edilirler.

Dünyanın geçiciliğinin delillerini görmezden gelmek fayda vermez
Tedavisi bulunamamış virüsler, kanser çeşitleri, kalp hastalıkları, bulaşıcı hastalıklar hep insana dünyadaki asıl bulunuş amacını hatırlatmak için vardır.

Vücudumuzdaki çok sayıda damardan bir tanesinin çatlaması beyinde ciddi bir hasara neden olabilir. Artan kan basıncı beyin hücrelerini öldürür ve insan yaşamının geri kalan kısmını felçli veya zeka özürlü olarak geçirebilir.

Birçok plan yaparken, günlük yaşamın koşuşturmasına kendinizi kaptırmışken  bir kaza sonucunda ölüm sizi de bulabilir.

Herkesin çok iyi bildiği ama belki de hiç düşünmediği başka bir gerçek de Dünya’nın çevresinin göktaşları ile çevrili olması ve bunların zaman zaman büyük tehlike oluşturmasıdır.
Üzerinde yaşadığımız yer kabuğunun durumu ise daha da düşündürücüdür, incecik yerkabuğunun hemen altında, binlerce derece sıcaklıktaki mağma tabakası bulunur ve zaman zaman bu mağma yeryüzüne çıkar.

Dünyamız daha birçok tehlike ile -üstelik de her an- karşı karşıyadır, kısacası dünyadaki yaşam aslında her an yok olabilir. Volkanlar, seller, depremler, göktaşları, tayfunlar, tsunamiler bu tehlikelerden birkaçıdır.

Durum böyleyken yani dünya hayatının geçiciliğine dair bu kadar çok delil varken ve insan her an ölümle yüzleşebilecekken, hedefimiz dünyada en iyi şekilde yaşamak değil, ahiret hayatımız için en güzel şekilde yaşamak olmalıdır.

İdeallere, toplumsal yönlendirmelere ya da kurallara göre hayatın anlamını belirlemek değil de Allah’ın bizden istediklerini yapmak için çalışmak akılcı olandır.

İnsan bilmelidir ki, dünya hayatındaki her şey geçicidir. Allah ise sonsuz olandır. Bir Kuran ayetinde Rabbimiz, dünya hayatının gerçeği hakkında şöyle buyurur:

Yer üzerindeki her şey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü baki kalacaktır. (Rahman Suresi, 26-27)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder